Gözde Kadıoğlu
Önce tarihe bir dönüp bakalım:
Henüz sıcak savaşın sürdüğü yıllar…
1 Kasım 1920’de ülkesinde iktidardan düşen Elefterios Venizelos, “Megali İdea” amacıyla Anadolu’da ilerlerken 9 Eylül 1922’de hezimete uğrayan Yunan Ordusu’nun başında değildi, büyük görevde başarısız olma yaftasından da kurtulmuş oldu. (Megali İdea, kelime anlamıyla “Büyük Mefkure/Büyük Ülkü” anlamına geliyor ve siyasi açıdan 1844’ten itibaren, başkenti “Konstantinopolis” olan Büyük Yunanistan’ı hedefliyordu.)
20 Kasım 1922’de başlayan Lozan Barış Görüşmelerinde Yunan heyetinin başına geçmesi için ülkesi tarafından göreve davet edilen Venizelos görüşmeler sırasında Türkiye’ye yeniden savaş açmayacağının teminatını verdi.
1928’de seçimleri kazanıp yeniden Yunanistan Başbakanı oldu, 30 Ağustos 1928 günü Türkiye Başbakanı İsmet Bey’e yazdığı mektupla iki ülke arasında ılımlı bir hava oluşturan atmosferi başlattı.
13 Şubat 1930 da Yunan parlamentosunda yaptığı konuşmada Yunanistan’ın daha önceki hedefleri ile şu andaki görüşlerini karşılaştıran Venizelos şunları söyledi:
“Hepimiz sulha, bilhassa Türkiye ile olan sulha bağlanmışız. Dört buçuk asır devam eden Megali İdea’ya bağlı olduğumuz süre içinde doğal olarak Adalar Denizi’nde hakimiyeti hedefliyorduk. Fakat madem ki anlaşmaların bize çizdiği ve sağladığı sınırları kabul ettiler ve madem ki Yunan refahını bu sınırlar içinde oluşturmaya hazırız. Adalar Denizi’nde hâkim olmak fikrimizin de esası ortadan kalkmış oluyor.”
30 Mart 1930 günü Yunanistan’ın bağımsızlığının yüzüncü yıldönümü için Amerika’dan gelen Yunanlı heyeti kabul eden Venizelos, Lozan dengesinin önemine değinen konuşmasında ise şunları söyledi:
“Türkiye ile 500 seneden beri bir davamız vardır. Şimdi ise istinaf ve temyiz hukukumuzdan feragat ederek hasmımızla karşılıklı samimi bir sulh yaptık”
10 Haziran 1930 günü Ankara’da Dışişleri Bakanlığında düzenlenen bir törenle imzalanan Türk-Yunan İtilafnamesi Yunanistan cephesinde durumu karışık hale getirdi. Ağır eleştirilere maruz kalan Venizelos “Unutmayınız ki görüşmeler esnasında Türkiye galip vaziyette idi. Türkiye’yi galibiyetinin kendi ruhundaki gurur ve şereften feragat etmeye zorlamak mümkün değildi” diyerek itirazları yumuşattı ve anlaşmayı meclisine onaylattı.
Venizelos, Türkiye ile olan ilişkilerin ılımlı olması adına jestlerine devam etti. Bu jestlerden en önemlisi Cemiyet-i Akvam’ın 14 Eylül 1930’da Cenevre’de yapacağı toplantıda Türkiye’nin Avrupa Birliğine dahil olması ile ilgili teklifini tekrarlamak oldu. Bu destek önemliydi çünkü Lozan’da çözülemediği için Cemiyet-i Akvam’a bırakılmış olan Musul sorununa Türkiye’nin müdahil olmasının kapısını aralamıştı.
Venizelos, bu gelişmelere bir hayli sinirlenen Yunan milliyetçilerine şu sözlerle seslendi:
“Türklerle aramızda yedi asırdır süren mücadele ve muhakeme bitiyor. Son karar Lozan Antlaşması ile verilmiş oluyor. Kendi hesabıma istinaf arzusunda değilim. Size de böyle yapmanızı tavsiye ederim”
Nitekim 29 Ekim 1930’da Türkiye’de bulunan Venizelos, Cumhuriyet kutlamalarını Mustafa Kemal Atatürk ile yan yana izleyerek ülkesindeki sağcılara bir gönderme daha yaptı. Bir sonraki gün, 30 Ekim’de iki ülke arasında Seyr-ü Sefain Anlaşması imzalandı.
İki ülke arasındaki dostluğun bir nişanesi olması umulan Balkan Antantı toplantılarının ilki 5 Ekim 1930’da Atina’da, ikincisi 1931’de İstanbul’da, üçüncüsü 1932’de Bükreş’te yapıldı.
Ama daha önemlisi Türkiye Yunanistan’ın da desteği ile 18 Temmuz 1932’de Milletler Cemiyeti’ne üye olarak kabul edildi.
6 Ekim 1932 günü Yunanistan’da iktidar değişikliği oldu; Venizelos’un yerine gelen Konstantinos Tsaldaris (Çaldaris) Venizelos’un başlattığı dostluk politikalarını devam ettirdi.
5 Kasım 1933’te Dördüncü Balkan Konferansı Selanik’te toplandı.
Ve Venizelos 12 Ocak 1934’te Stockholm’deki Nobel Komitesi’ne bir mektup göndererek, Mustafa Kemal’i Nobel Barış Ödülü’ne aday gösterdi.
Mektupta Mustafa Kemal’i sultanlar rejimini yıkarak laik bir devlet kurduğu; milletini çağdaş uygarlıkların önünde yer alması için teşvik ettiği, yabancı unsurlarla meskûn bölgeleri terk etmekte tereddüt etmediği ve Lozan’da çizilen milli sınırlarla samimi şekilde yetinerek Yakın Doğu’da barışın gerçek savunucusu olmasını övüyordu.
1934 Nobel Barış Ödülü, silahsızlanma çalışmalarından dolayı İngiliz İşçi Partisi lideri Arthur Henderson’a verildi ama iki ülke arasında dostluk ilişkisi biraz daha pekişti, 9 Şubat 1934’te Atina’da Türkiye, Yunanistan, Yugoslavya ve Romanya arasında Balkan Misaki/Antantı imzalandı.
Venizelos’un laik bir devlet yapısını savunmasını ve dini değerlere karşı daha bağımsız bir tutum benimsemesi, siyasal islamcıların her zaman eleştirdiği bir özellik oldu.
2019’da hayatını kaybeden Kadir Mısıroğlu ise konuyu çok daha bel altı yorumlamaktan çekinmemiştir:
Türkiye – Yunanistan ilişkilerinde belki de en kritik dönemlere denk gelen Venizelos – Atatürk temasları, farklı kesimlerce farklı farklı yorumlanmaya devam etti.
Yunanistan’da kendisine karşı ciddi bir muhalefetin oluşacağını bile bile Türkiye’ye dostluk elini uzatmaktan çekinmeyen Venizelos’u böyle bir politika takip etmeye sevk eden en önemli sebep olarak Türkiye’nin “Misâk-ı Millî” sınırları ile yetinip, yayılmacı bir politika takip etmemesi gösterilir.
Yorumların büyük çoğunluğuna Atatürk’ü Nobel adayı gösteren Venizelos için “Bükemediğin bileği öpeceksin” deyişi damga vursa da, katiyetle karşı çıkan ve eleştiren bilhassa siyasal islamcıların varlığı da yadsınamaz.
Erdoğan ile Miçotakis arasında geçen olumlu görüşme, yakın tarihte yine Erdoğan’ın “Bir gece ansızın gelebiliriz” ifadelerini anımsattı.
Temmuz ayında “Artık benim için Miçotakis diye birisi yok. Kendisiyle böyle bir görüşme yapmayı asla kabul etmiyorum.” diyen Erdoğan’ın görüşme sonrası “dostum Miçotakis” sözlerini kullanması da göz önüne alınca komplo teorisyenleri için gün doğmuş oldu.
Peki ya Miçotakis de Erdoğan’ı Nobel adayı gösterirse?
(Kaynaklar: Zafer Çakmak, Ayşe Hür, Türk Tarih Kurumu, Twitter)